Günümüzün zorlu ekonomik koşullarına rağmen üzerimizdeki baskıyı hafifletmek imkânsız değil. Tükenmişliğin önüne geçmek ve iş hayatımıza yeni bir yön vermek için yalnızca bazı yeni alışkanlıklar edinmemiz gerekiyor. Zamanı doğru değerlendirebilmenizi sağlayacak beş önerimizi deneyin.

Vakitsizlik, iş hayatımızın bitmeyen illeti. Piyasaların ve müşterilerin baskısı, yeni projeler, yapısal değişiklikler, toplantılar, iş arkadaşlarıyla fikir alışverişleri, dahil olunması gereken mesleki ağlar… Ve elbette bolca e-posta ve gözden geçirilmesi zaman alan belgeler. Hiç şüphe yok ki daha iyi organize olabilmek ve dikkat dağınıklığının önüne geçebilmek için uygulayabileceğimiz reçeteler var.

Gün içinde sürekli “Gelen Kutusu”nu açıp durmak yerine e-postaların gözden geçirilmesi için günün belirli bir vaktini ayırmak ya da daha ilgi çekici bir iş geldiğinde yarıda bırakılacak işe baştan hiç başlamamak gibi taktikler uygulayabilirsiniz.

Bunlara ek olarak, düzgün çalışabildiğimiz zamanları ve gerilim anlarımızı doğru tespit edebilmek, yalnızca tek bir doğru olduğunu düşünmekten vazgeçmek de bir hayli önemli. İş hayatında en sık unuttuğumuz gerçeklerden bir tanesi, işte geçirdiğimiz vaktin doğru yönetilmesinin iş ortamındaki huzurumuz veya tedirginliğimizle doğrudan alakalı olduğu. Peki, bu vakti en iyi nasıl değerlendirebiliriz?

1/ “HAYIR” DEMEYİ ÖĞRENİN

Şirketlerde motivasyonu en yüksek çalışanın “Evet” diyen çalışan olduğu yönünde üstü kapalı bir varsayım vardır. Halbuki böylesi bir çalışan için her zaman daha fazla iş yüküne maruz kalma riski söz konusu. İçinizden gelmeyen bir “evet”in sizin için doğurabileceği sonuçların farkında mısınız? Bilin ki sırf “Hayır” diyemediğiniz için üstünüze aldığınız bir işin sizde yaratacağı öfkeyi eninde sonunda “Evet” diyerek memnun etmeye çalıştığınız o kişiye yansıtacaksınız. Birine “Hayır” derken, bunu yapmaktan duyduğunuz çekinceyi dile getirirseniz, yani “Sana ‘hayır’ demekten rahatsızlık duyuyorum” türünde bir cümle kurarsanız, karşı tarafın güvenini kazanırsınız. Bu aşamadan sonra artık sadece aşırıya kaçmadan kendinizi açıklamanız yeterli olur. Gereğinden fazla gerekçe sunmanız suçluluk duyuyormuşsunuz gibi bir izlenim yaratır ve inandırıcılığınızı kaybetmenize neden olabilir. Nedenlerinizi düzgün bir şekilde çerçevelendirmek çok işinize yarayacak, muhatabınızın düşünüş biçiminizi anlamasını sağlayacak.

2/ SÖZE, MESELENİN NE OLDUĞUNU HATIRLATMAKLA BAŞLAYIN

“Bana bu dosya üzerinde çalışmamı söylediniz” gibi bir cümleyle diyaloğa girin. Ardından bu durumun sizin üzerinizdeki etkisini ifade edin: “Bu durum benim planlarıma ters düşüyor” ya da “Bu benim iş yükümü çok artırıyor” gibi. Son olarak, birinci tekil şahıs üzerinden konuşarak bu durumun size hissettirdiklerini vurgulayın. Fakat bu noktada, “Çabalarıma değer vermiyorsunuz” yerine “Yaptığım işin takdir görmediğini hissediyorum” tarzında cümleler kurmayı tercih edin. Net ve dürüst olun. Hem samimi davranın hem de suçlayıcı olmayan bir üslup benimseyin. İşte size sakin ve saygılı bir tepkinin ideal çerçevesi.

3/ SINIRLARINIZI BİLİN

İş hayatından en çok zarar görenler, kusursuz bir profesyonelliğe sahip işkoliklerdir. Bu savaşçılar sınırsızca kendilerinden verirler. Zaman yönetimi denilen şey dikkate almakta geç kaldıkları bir konudur. Stresi bir performans aracı olarak görürler ve mesleki başarı esastır. Oysa strese uzun süre maruz kalmak, kişinin kendi içinde patlamalar yaşamasına neden olur. Bedeninizin size verdiği işaretlere dikkat edin. Dayanma gücünüzün sonuna gelmiş olabilir misiniz? “Asla başaramayacağım” gibi düşüncelere kapılıp kötü durumda olduğunuzu kimseye söyleyemeyecek kadar utanç içerisinde hissettiğiniz oluyor mu? O zaman şimdi sıra üzerinizdeki baskıyı azaltmak için size bir manevra alanı açmaya geldi. Öncelikle size zarar veren düşünce biçimlerini tespit edin ve onlardan uzaklaşın. Ayrıca her ne kadar hoşunuza gitmese de ihtiyaç duyduğunuzda yardım istemeyi bilin ve sıkıntınız hakkında konuşun. Performans çıtasının gitgide yükseldiği ve beklentiyi karşılamanın giderek zorlaştığı şu günlerde aklınızı başınıza almanız şart. Unutmayın, huzurlu olmanın yolu doğru olanı yapmaktan geçer.

4/ ERTELEMEYE SON VERİN

Bugün yapabileceğini yarına bırakma sanatı yalnızca özgüveninize alttan alta zarar vermekle kalmaz, büyük başarısızlıkların da fitilini ateşler. Yapılacak işin büyüklüğü, sizi onu ertelemeye ve daha fazla tatmin sağlayacağınızı düşündüğünüz başka bir işe odaklanmaya iter. Bu durumun gözlemlenen ilk sonuçları genelde olumludur. Zor bir iş yerine kolay olanını tercih etmiş olmak ilk etapta hızlı bir tatmin sağlar. Fakat ardından madalyonun arka yüzü kendini gösterir. Tamamlanmamış işler ve panik… Kendinizi bundan korumak için ilk yapmanız gereken, yapılan işten sağlanan tatmin ve yapılması gereken işin kabulü arasındaki hassas dengeyi gözden geçirmeniz. Bunu yaparken aklınızı çelip dikkatinizi dağıtacak tüm etkenlerden korunmayı unutmayın. Aslında erişilmesi mümkün olmayan o varsayımsal mükemmellik derecesine ulaşmayı takıntı haline getirmeyin. Öze odaklanmak yerine detaylarda boğulmak, zorluklara hak ettiğinden fazla önem atfetmek gibi esasında kırılgan özsaygımızı koruduğu düşünülen mekanizmalar, gerçekte ters etki yapar. Bir iş söz konusu olduğunda “Yapmam gerekiyor” değil, “Yapsam iyi olur” diye düşünün. Bunu yapabilmek için de hangi işlerin moralinizi yükselttiğini, hangilerinin size korku verdiğini belirleyerek ertelenme potansiyeli taşıyan işleri saptayın. İnanın bu formülü özenle uygulamanız sorununuza çözüm olacak.

5/ SİZE ENERJİ VEREN İŞLERE ÖNCELİK VERİN

İş psikolojisi alanında yapılan araştırmalar, bir çalışma ortamındaki kıdemli çalışanların, karar alma sürecinde daha az söz hakkına sahip olan diğer seviyelerdeki çalışanlara kıyasla işten aldıkları tatminin daha yüksek olduğunu savunuyor. Yaptığı işi sevmek ve faydalı bir iş yaptığını düşünmek, çalışan insanın dengesini sağlıyor, ona iş için harcadığı zamanın yararlı olduğunu hissettiriyor. Bu bağlamda, pozitif psikoloji alanında çalışmalar gerçekleştiren araştırmacı Mihaly Csikszentmihalyi kişinin “kendini iyi hissetme” haline atıf yapan ve “flow” yani akış olarak adlandırdığı optimal deneyim kavramını ortaya koyuyor. Araştırmacıya göre akış, kişi ilgi duyduğu bir etkinliğe kendini verdiğinde ortaya çıkıyor. Bu durumda, çalışan kişi kapasitesini en üst limitlerine kadar ortaya koyuyor. Akış, ancak kişinin yetenekleri gereğinden fazla veya az kullanılmadığı hallerde deneyimleniyor. Kişi eğer bu optimum deneyimi yaşayamıyorsa, bunun duygusuzluk ve kaygı bozukluğu gibi sonuçları olabiliyor. Zamanını iyi yönetenler vaktini faydalı bir şekilde geçirmiş hisseder. Ama biz yine de her işe yetişebilme iddiasının hâlâ “zaman yönetimi” paradigmasının en büyük efsanelerinden biri olma özelliğini koruduğunu hatırlatalım.

 

Derleyen: Serra AKYÜZ

Kaynakça: http://www.psychologies.com.tr

Paylaş: Facebook, Twitter, Google Plus